Denizcilikle 6 aylık lohusa halimle tanıştım. Aslında ÖYS
sonrası kaptanlık seçmek istemiş ancak *** lara takılmıştım. Sadece erkekler!
Neyse yıl 2013, 2. Çocuğumu doğurup, bebeleri anneme emanet edip, bütün
kadınlık vazifelerimi yerine getirdikten sonra bindik bir yelkenliye Datça’dan.
Simi’ye gideceğiz önce, sonra Rodos. Benim için Simi bizim alt mahalle, Rodos
ta bir Ankaralı olarak Polatlı mesafesinde.
Biz bir eğitim teknesindeyiz ve
asıl Hocanın olduğu tekneyle paralel seyir yapacağız. Bizim teknenin kaptanı da
pek havalı, bir sürü seyre çıkmış, gece bile seyir yapmış hatta Hırvatistan’dan
Hocayla birlikte tekne getirmişliği var filan. Güvendik…
Datça’dan çıkarken
insanlar oradan oraya koşuşturmaya birbirine bağırmaya başladı. Ben meraklı
gözlerle bakıyorum ama kimsenin dönüp bana ne olduğunu anlatması mümkün değil,
herkes burnundan soluyor. Dedim çok kötü bi şey oldu, batıyoruz herhalde, yok
yok batsak bana bir şey derlerdi, neticede önce kadınlar ve çocuklar…
Sonrasında neyse herkes bi sakinleşti çıktık yola. Sonradan anladım meğer
çapalar çapariz olmuş, bunun içinmiş bu hengâme.
Biz güzel güzel diğer arkadaşlarla tanıştık, keyifle yol
alıyoruz, ay ne güzel, pek bi şahane… derken Simi’nin arkasında bir koyda şimdi
ismini hatırlamıyorum yüzme molası vereceğiz diye telsizden anons verdi diğer
tekneden Kaptan. Benim bey, diğer eril arkadaşlarıyla birlikte güzel güzel plan
yaptı, rüzgar üstüne filan döndü, ben ay
ne yetenekli kocam var şahane dümen tutuyor filan diye mutlu mutlu izliyorum bi
kenardan. Derken sıra geldi, adı Cenova mı ne J
onu kapatıp koya yanaşacağız. Ben yüzüme
tekrar güneş kremimi süreyim, lekelenmesin derdindeyim. Derken bizim bey vinç
kolunu almış, sarıyor güzel güzel ama bi baktım alnından boncuk boncuk
terlemiş. Bizim kaptan SAAAR diye bağırıyor, adam asılıyor, tık yok,
sırılsıklam oldu adamcağız. Sarılmıyor, bir sorun var demesiyle ortalık yine
karıştı. Bizim kaptan Cenovanın yanına gitti, dedi halat furlinge dolanmış,
asıldı masıldı olmadı, dedi çatal getirin. Ben çatalla furling arasındaki
ilişkiyi hala bilemesem de koştum getiridim içerden. Elden ele geçirdik çatalı,
bizim kaptan çatalla furlinge kaktırıyor ama nafile. Derken Cenovanın iki
yandan halatları kurtuldu (şimdi nasıl olduğuna hala anlam veremiyorum), yelken
bir iskele bir sancak şak şak
çarpıyor. Halatlar birbirine dolandı,
bildiğin bir gülle. Ben dedim buraya kadarmış, neyse ki çocuklar annemde, beni
büyüttü bir şekilde, onları da büyütür. Rüzgar
12-14 knot gibi zannediyorum, zira o zamanlar not benim için 1 ila 10 arasında
sınav notundan öte bir şey değil. Teknede bizim gibi ilk kez çıkan bir arkadaş
var, mesleği perdecilik. Çok tatlı bir insan ve mesleğinde belli ki başarılı.
Sonuçta gülle gibi halat topunu eliyle tutmaya çalışıyor. Ama beyin
travmasından gitme ihtimali %99. Biri gülleyi tutmaya çalışıyor, diğeri çatalla
furling tamiri. Hey allahım nereye düştüm ben. Bana dediler telsizden Hocaya
çağrı yap, hayatımda elime telsiz almamışım, yardım etmeyi ben de isterim elbet
ama elimden gelmiyor. Derken diğer tekneye bağırmayı akıl ettik diğer kadın arkadaşımla çığlık çığlığa, hoca
atladı, kurtarıcımız, canımız hocamız yüzerek bizi kurtarmaya geliyor. Benim
iki çocuğum var anlıyor musunuz, biri 6 aylık, ölmek istemiyorum kıvamındayım
ben. Kaptan geldi gelmesine ya yelken çoktan yırtılmıştı, indirdi mandarı, o
vıjjkkk sesi ile inerken ben derin bir ohhhh çektiğimi hatırlıyorum.
Neyse heyecandan el ayak hala titrese de girdik koya,
demirimizi attık, motor stop. Atladık denize, güzel güzel yüzdük. Ben durumun
vahametini bilmediğimden keyfim gıcır, yüzüyorum ay ne şahane su, çok güzel
filan diyorum. Diğerleri asık suratlarla bana bakıyor…
Yüzme molası bitti, çeşitli kritikler, moral vermeler
eşliğinde öğle yemekleri yendi filan, aldık demiri, Simi’ye gidiyoruz. Hocanın
teknesi önden girdi Simi Limanına, biz arkada. Bizim yetenekli ve bir o kadar
havalı kaptanımız dümende, ay ne güzel mimari, ne şirin, şahane diye etrafa
bakıyorum ben. Derken limandaki bütün insanlar bize doğru bakıyor gibi geliyor
birden. El sallıyorlar, ay ne hoş, çok misafirperver insanlar, nasıl da güzel
karşıladılar bizi diye düşünüyorum. Derken arkadan gelen hayatımda duyduğum en
yüksek zooortt, zaaarrrt arası bir sesle irkiliyorum. Bi dönüyorum, bizim
teknenin abartmıyorum yüz, bin hatta milyon katı hatta belki milyar katı bir gemi
hemen arkamızda. Kaptan basıyor gaza, ver elini Simi! Valla cidden abartmıyorum
kocaman bir yolcu gemisi, hatta şöyle anlatayım başı Simi Limanının bi tarafına
yanaştı, kıçı diğer tarafına. 5 yıldır böyle bir gemiye hala rastlamadım. Neyse
dedik bunu da ucuz atlattık. Sadece biz değil bütün liman derin bir ohhh çekti.
Yanaştık güzel güzel, aldık içeceklerimizi ohhh misss… Hala teknenin en mutlu kişisi
ben, diğerleri kendine gelemedi. Benimki şimdi anlıyorum, cahil mutluluğu.
Yelkeni yırtmışsın, beyin travmasından kurtulmuşsun, üzerine dev gemiye yem
olmaktan son anda sıyırmışsın… Neyse bizim Hocamız, canımız kaptanımız hep der
teknede 2. Ekipmanın olmalı, 3.ye yedek dersin diye. Öbür Cenova çıktı bir
yerlerden, eril kişiler tarafından takıldı, yaşasın artık yırtık olmayan,
sapasağlam yelkenimiz var, ne şahane insanlar şu eriller diye düşünüyorum ben.
İşler biter bitmez attık kendimizi Simi’ye… Çık çık bitmeyen
yokuşlarında ben mutlu mutlu, sevdiceğimle el ele, boynumda fotoğraf makinesi
japon turistleri aratmadım. Akşama oturduk bir restorana, söyledik
barbarianları, tokuşturduk benim ilk seyir günümün şerefineJ
Ertesi gün Simi’den çıkacağız ama geceyi çok rahat
geçirdiğimi söyleyemeyeceğim. Bizim kaptan “ben kaptanım, baş kamarada tek
başıma ben kalacağım, siz geçin kıç kamaralara” dedi. Kaptanın sözünün üstüne söz söylenmez dedik
biz 2 kişi geçtik kıç kamaraya, diğer kamaraya da tek başına kadın arkadaş
yerleşti, bizim günün kahramanı gülle tutucu arkadaşa yer kalmadı. Baktım
zavallıcık mutfaktaki masanın bir kenarına ilişmiş orada uyuyuvermiş. Onu
görünce beterin beteri var deyip, kaderime razı oldum.
Liman çok kalabalık. Yine çapariz olursa ne yapacağız
konuşmaları filan oldu, ben pür dikkat bu sefer, gözümle göreyim diyorum şu
çapariz neymiş ama rahat rahat çıktık Simi’den çapariz filan olmadı. Panormitis’e
gidiyoruz dedi Kaptan.
Panormitis Manastırı, 18. Yüzyılda yapılmış ve 12 adalardaki
en önemli yapılardan biriymiş. Ortodoksların hac merkezlerindenmiş. Manastır
oldukça kapalı bir koya inşa edilmiş.
Gittik, demir atacağız, koyda
sadece iki yelkenli var. Biz de demirleyeceğiz olacak dört. Önce Kaptan’ın
demirlemesini bekliyoruz beklemesine ama diğer demirli teknelerden birinden
Fransız bir teyze çıktı, el kol hareketleri yapıyor sinirli sinirli. Yanaşmayın
bize, gidin buradan, ne işiniz var sizin Hristiyan mabedinde gibi bir şeyler
söylüyor zannımca. Kadın bağırdıkça bağırdı, bizim kaptanımız da artık biraz
sinirlendi haklı olarak, dinlemedi, attı demiri Fransız teknenin
iskelesine. Bize de siz de sancağına
atın dedi. Yanlış anlaşılmasın yeterli mesafe var, burnunun dibinde değiliz ama
nedense teyze sinirleniyor. Biz de attık,
kadıncağız daha fazla direnemedi ama tüm gün bizi dikizlemekten de geri
durmadı, tabii biz de onuJ
Böylelikle ben alarga ile tanışmış oldum, çok sevdim. Sabah uyanır uyanmaz
denize atlamanın keyfini hiçbir şeyle değişmem.
Bizim arkadaşlar güzel güzel
giyindiler, bota atlayıp, manastırı ziyarete gittiler. Biz gitmedik, ben pek
sevmiyorum ruhani yerleri, ruhum sıkışıyor.
Ertesi gün çıktık yola. Panormitis koyundan çıkarken kâğıttan gemiler
yapıp, bıraktık. Gemi koya girerse dileğin gerçek olurmuş dediler, girmezse
artık dileğini yerine getirmek senin elindeJ
Ben alışmaya başladım tabii
olaylara ama maalesef hafif hafif başlayan öksürük, tıksırığım gittikçe
ilerledi. Ciğerlerim patlayacakmış gibi öksürüyorum.
Panormitis-Rodos arası 25 mil
civarı. Güzel bir rüzgarla Rodos’a keyifli bir yolculuk yapıyoruz. Bizim kaptan
hep motorla gitme taraftarı, hala önceki gün yaşananların etkisinde. Sevdiceğim
de yelken açmak istiyor, aralarında sürekli kibar kibar kritik yapıp,
birbirlerini ikna etmeye çalışıyorlar. Bana Cenova açılırken halatı bırakma
görevi verdiler. Büyük bir ciddiyetle yaptım işimiJ
Rodos’a vardık, tarihi kentin surlarının
hemen önüne attık demirleri, Mandraki Limanının hemen arkası. Dünyanın 7 harikasından biri olan Colossus
Heykelini hayal ediyoruz, olsa şimdi biz heybetli Colossus’un gölgesinde mi
demirlemiş olacaktık vs. Ben o zaman şöyle sanıyorum, oh ne rahat git demirini
at, istediğin yerde gecele, muhteşem bir şey. Demirde gecelemenin, hele kötü
havada gecelemenin ne demek olduğunu birkaç gün içinde öğreneceğimden haberim
yok.
Biz heyecanla bota bindik, çıktık
kıyıya. Botu orada bırakıp başladık Rodos tarihi kentini dolaşmaya. (Not: Bu yaz gittiğimizde yine aynı yere
demirledik, botlar içinde kayalıkların hemen arkasında pek görünmeyen bir yer
vardı, botumuzu oraya bıraktık. Ancak botu bıraktıktan sonra bildiğin kaya
tırmanışı ile karaya ayak basıyorsun. Hele gece döndüğünde epey karanlık
oluyor. Annelik hormonlarım beynime çocukların kafa gözlerinin ne şekilde
yarılacağı konusunda yüzlerce senaryo yarattıysa da çocuklar bu olaya bayıldı.
Macera oldu onlara. )
Rodos, ah canıımmm Rodos. Her bir
santimi ince ince işlenmiş bir örtü gibi göz alıcı. Tarihi kente girip,
şövalyeler sokağına baktığımda duyduğum hayranlığı hala hissediyorum. Sanat
galerileri, müzeler, seramik dükkanları, sokak müzisyenleri, klasik müzik
konserleri…
Sokaklarda dolaşırken bir resim
sergisinin açılış kokteyline rastladık. Girdik içeri, bizi büyük bir
misafirperverlikle karşıladı sergiyi açan sanatçı. Epey sohbet ettik. Ananesi
İstanbulluymuş, dedesi Rodoslu. Osmanlı tarihine merak sarmış ve Cem Sultan’ın
hayatını resimlerle anlatmaya karar vermiş. Uzun uzun anlattı her bir resmin
hikayesini… Zavallı adamcağız, bu topraklarda hümanist olmak hala zor, hele
senin devrinde kim bilir ne zordu var olmak… Cem Sultan’ın yaşadığı evi tarif
etti, sergiden ayrıldıktan sonra oraya gittik, Şövalyeler sokağında bir ev.
Ziyarete açık değil ancak demir parmaklıkların arasından o muhteşem bahçesi
görülebiliyor.
Ertesi gün otobüse atlayıp
Lindos’a gittik. Muhteşem bir şehir daha. Ben foto şipşak modunda, hem geziyor
hem fotoğraflıyorum. Bu yaz gittiğimizde
Lindos’a gidemedik. Çocuklarla o yokuşları çıkmak çok zor olacak gibiydi. Ancak
bir gün mutlaka Lindos’a demir atmak var aklımızda.
Derkeeennn, son gecemiz, hava çok
bozuk, botla tekneye giderken hepimizin popoları ıslandı. Ben hala mutlu,
diğerleri endişeli. Pek soru sormuyorum, keyfim kaçmasın diye ama anladım iyi
gitmeyen bir şeyler var. Dalgalar yüksek, tekne beşik gibi sallanıyor. Kaptan çok endişeli görünüyor, hava yarın
kötü olacak, gün doğmadan çıkacağız yola diyor. Bu arada benim öksürük artık
haddini aştı, 3 gecedir uyku yok. Antihistaminik filan alıp bastırmaya
çalışıyorum ama nafile, ciğerlerim patlayacak gibi ama hiç takmıyorum kafama.
Hem öksürürüm, hem gezerim kıvamındayım. Döndükten sonra kaptan 2. Demiri
çıkarın dedi. Çıkardı bizim eril mürettebat, pruvaya bağladılar, botla alıp
demiri diğer demirle V olacak şekilde attılar. Biriniz tetikte olun dedi
kaptan. Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için dedi tüm mürettebat, ben hariçJ Geçtim yattım kamaraya
ama uyumak ne mümkün! Kamarada bir o tarafa yuvarlanıyorum, bir öbür tarafa.
Sabaha kadar kimse uyumadı.
Güneş daha doğmadan aldılar
demirleri, çıktık yola. 30-40 knot rüzgar, istikamet Fethiye. Dalga boyu çok
yüksek, üzerlerimizde yağmurluk, 20-30 saniyede bir ıslanıyoruz. Ben bitkin,
yorgun, kimseye bir şey söylemiyorum ama içimden saydırıyorum. Nereden geldim
ben buraya, al çocuklarını git yurdumun güzel otellerine, sen şezlongta yatarken
çocukların kumla oynasın… Benim öksürük artık iyice coştu, ciğerlerim kesin
patladı, varabilirsek güzel ülkemize ilk iş kendimi Türk Doktorlarına emanet
edeceğim ama öyle görünüyor ki bu uzak bir ihtimal…
Diğer tekneyle paralel seyir
yapacağız derken onlar yok oldu ortadan, telsizle çağrı yapıyoruz, yanıt yok. Telsiz
yanıt vermeyince herkes gözüne far tutulmuş tavşan gibi. Bizim kaptan çok
sinirli, kimse ağzını açamıyor. Kaptanın tek istediği telsizle diğer tekneye
ulaşabilmek, sürekli çağrı yapıyor. Ana yelken 1 metreden daha az açık ama
hızımız 6-7 Knot. mideler haşat, kahvaltı da yapamadık. Son yolculuğumuzu aç
biilaç, perişan bir halde yapıyoruz.
Dınınınnnn, olan oldu, dümen
kontrolü kaybetti, vızır vızır boşa dönüyor. Ben dedim tamam artık, bu kaçıncı,
bunun ilk ve son yolculuğum olduğunu anlamalıydım, ne derdin var, bin Rodos’tan
feribota ver elini 2 saatte Fethiye. Çoluk çocuk sahibi kadınsın, azıcık
sorumluluklarının farkında ol di mi.
Bizim kaptan açtı arkadaki kapağı,
dümenin zinciri kopmuş. Çıkardılar yekeyi, taktılar. Teknede tek bir fısıltı
dahi yok, herkes derin düşüncelere dalmış, hayatlar film şeridi gibi geçiyor
gözlerden.
4-5 saat yeke ile gittik. Diğer
tekne bizi körfezin girişinde beklemiş. Buluştuk. Bir yerde yüzme molası verdik
ama kimsede ne yüzecek ne konuşacak hal kalmamış. Diğer teknedekiler moral
vermeye çalışıyorlar ama nafile.
Sonunda vardık Fethiye’ye,
bağladılar tekneyi, memleketim, güzel memleketim… Ben hala yaşadıklarımızı
normal sanıyorum, cahillik güzel şey. Herkes bana bunun normal olmadığını
anlatmaya çalışıyor, bunlar çok karşılaşılan şeyler değil, denizcilik çok
keyiflidir, hele hele karıkoca birlikte çok daha iyidir vs… Devam edeyim diye
ikna etmeye çalışıyorlar ama ikna etmeye çalışmaları bana anormal geliyor. Ben
zaten ilk fırsatta ADB kursuna gitmeyi koymuşum kafamaJ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder